AŞK HASTALIĞI | Prof. Dr. Mehmet ÖZHANLI
  • Çalışma Saatleri: Hafta içi ve Cumartesi: 09:00-18-30 Pazar: Kapalı
AŞK HASTALIĞI Resim

AŞK HASTALIĞI

Gökyüzü birden aydınlanmış, parlak bir mavi, göğün göğsünü sarmıştı. O gün, diğer günlerden daha erken Hazar Denizi’nin kenarına indi. Karayla denizin birleşerek sunduğu en iyi manzarayı gösteren banka oturdu. Güneş yeni doğmuş, ışıkları suyun yüzeyinde küçük kıvılcımlar gibi yanıp sönüyordu. Sabah rüzgârının etkisiyle hafif dalgalanıp kıyıyı yalayan su, yeni kalaylanmış gümüş bir siniye benziyordu. Omuzuna dokunan elle irkildi, ayağa kalkmak istediyse de doğrulamadı. Başını geriye çevirdiğinde, dokunan elin sahibiyle göz göze geldi. Yüzüne mutlu bir tebessüm yayılmış olan kız “canım” diyerek, geçip ellerini tuttu, eğilip yanağına küçük bir öpücük kondurup yanına oturdu. Bir müddet konuşmadan denizin yansıttığı güzelliği seyrettiler. Yanında oturan kızın, buluştuğu diğer kızlardan daha güzel olduğunu düşündü, yüreğine tatlı bir sıcaklık yayıldı. Kıyı boyunca yürümeye başladıklarında insanlar kalabalıklaşmış, oltacılar yem taktıkları oltalarına pür dikkat bakmaktaydılar. Güneş yükselip gökyüzünü ortaladığında, balık ekmek satan seyyar satıcının küçük taburelerine oturup ısmarladıkları yarım ekmeklerini beklemeye başladılar. Tam karşılarına oturmuş olan kızlardan birinin, Sokrates ve din üzerine yaptığı sohbet dikkatini çekmiş, yanında oturan kızı unutmuş can kulağıyla onu dinliyordu. Balık ekmekçi siparişleri masaya bıraktığında kızın, kıskanç bakışlarla yüzüne baktığını fark etti. Mahcup bir tavırla balık ekmeğin çok lezzetli olduğunu anlatmaya çalıştıysa da cümleleri toparlayamadı. Yemekten sonra bahane uyduran kız kalkıp gittiğinde, aklında sohbet eden kızın hayali çoktan örgülenmişti. Bugün akşam onunla buluşacağından hiç kuşkusu yoktu. Eve doğru yürümeye başladığında gökyüzü karardı; caddenin başındaki direkten soluk parlayan ışık, mum gibi göründü gözüne. Babaannesi üzerindeki yorganı kaldırmış, kalkması için öfkeli bir ses tonuyla bağırıp duruyordu. “Neredeyse öğlen oldu artık kalk, annen baban gelmek üzere seni yatarken görürlerse kızarlar. Benim ağzımın tadı bozulur. Yirmi yaşını geçtin ama çocukluk alışkanlıklarını hala bırakamadın.” Dedi. Türkiye’de okuduğu üniversite tatile girmiş yazı geçirmek için eve gelmişti. Zorlukla yataktan doğruldu, kalın çerçeveli gözlüklerini gözüne takıp, dağılmış saçlarını sağ eliyle yukarı doğru sıvazladı. “Bütün gece dolaşıp durdum çok yoruldum.” Babaannesi, “akşam dokuzdan beri uyuyorsun ne dolaşması?” deyip terslendi. Banyoya gitti uykulu yorgun gözlerle aynaya baktı. Kısa boyu, kamburlaşmış sırtı, ensesine karışmış sakallarıyla yirmisinde olmasına karşın yaşlı bir adamın yüz ifadesini taşıyordu. Kalın çerçeveli gözlüğünün arkasındaki bakışları, çoğu zaman ikinci bir hayat yaşıyormuş gibi soluktu. İlkokula başladığı günden itibaren, âşık olduğu ve her akşam buluştuğu kızları düşündü. Hiçbirinin adını doğru dürüst hatırlayamadı. Kendi kendine “Her gece buluştuğum bunca farklı kızın kendisini nasıl sevdiğini” mırıldandı. Elini yüzünü yıkayıp mutfağa geçti. Babaannesi sevecen bakışlarla, ters bir ses tonuyla “Otur bir şeyler ye, iyice kötüledin bu aralar. Şu aşk hayallerini de bırak artık. Sen özel bir çocuksun, iyi bir eğitim aldın, fakat sen aldığın eğitimi boş şeyler uğruna ve bir türlü törpüleyemediğin egona harcıyorsun.” Sesi titreyerek “Balam! Lütfen toparla kendini.” deyip yanaklarından süzülen yaşlar görünmesin diye dönüp tezgâhta duran tabakları çeşmede yıkamaya koyuldu. Babaannesinin titreyen sesi yüreğine dokundu. Sağ elin baş ve işaret parmaklarını gözlüğün altında sokarak, yaşaran gözlerini silip gözlüğünü düzeltti. Gözlüğü düzeltirken aklında orta öğretimdeyken sevdiği bir kız geldi. Kumral örgülü saçları, koyu kahverengi bakışları onu hep etkilemişti. İsmini hatırlamak için çabaladıysa da bir türlü aklına gelmedi. O ismi düşünürken, bir yıl sonra âşık olduğu kızın ismini hatırladı. Ne çok âşık oldum ne çok kız sevdim. Birçoğuyla her akşam buluştum. Nasıl geniş bir yürek ki bu kadar kişiyi aynı anda içinde barındırabildi. Bunu düşünürken okşanan egosu, yüreğini büyük bir gururla sardı. Çocukken Babaannesinde dinlediği Fuzuli’nin şiirlerini okulda ezbere okumaya başladığında erkekler kıskanmış; öğretmeni ve kızlar ona hayranlıkla bakmışlardı. O günden sonra şiir ve müzikle daha çok ilgilenmeye başlamıştı. Yaşlı insanlara büyük hayranlık duyar, özellikle yaşlı hocaları dinlemeyi çok severdi. Prematüre doğduğunda çalışmak zorunda olan anne babası ilgilenemedikleri için bütün bakımını babaannesi üstlenmiş, bebekliğini ve çocukluğunu onun yanında geçirmişti. Babaannesinin bütün yaşlı arkadaşları onun da arkadaşları olmuştu. Bundan dolayı âşık olduğu kızlar dışında kendi akranlarıyla anlaşamıyordu. Yaşlı kadının, yurtlarında kovuldukları sürgün yıllarıyla ilgili ağlayarak anlattığı hikâyeler, yüreğine o kadar tesir ederdi ki çoğu zaman o büyük sürgünü kendisi yaşamış gibi hisseder ve Ermenistan sınırlarında kalan köye büyük bir özlem duyardı. Sadece gördüğü güzel kızlara değil, o hiç görmediği köye de âşık olduğunu düşüncesi, yüzüne bir gülümseme yaydı. Babaannesi birden dönüp ironik bir ses tonuyla “Türkiyedeki sevdiğin kıza ne oldu?” diye sorduğunda, gülümseme solarak yüzünde donuk bir ifadeye dönüştü. Gözlüğünü çıkarıp masaya bıraktı. Umutsuz bakışlarla Babaannesinin gözlerine bakarak “O âşık olduğum en yanlış insandı. Boş ver, anlatacak bir şey yok.” deyip iç geçirerek, Fuzuli’den şu mısraları okudu: “Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an, Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır. Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz. Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır. Yahşi görünür yüzleri güzellerin emma, Yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır.” Peynir arasına koyduğu ekmekten küçük bir parça ısırıp, çatalın üzerine aldığı zeytini ağzına attı. Çiğnerken bakışlarını yaşlı kadının gözlerinin içine dikti, “O değil de son sevgilim çok güzeldi. O da beni terk etti.” Deyip çiğnediği lokmayı sertçe yuttu. Babaannesi, çukura gitmiş feri azalmış gözlerinden akan yaşları silerek “Vay balam, biz sana nettik böyle? Fuzuli Kays’ı yarattı bizde seni mecnun mu yaptık?” Konuşmaya devam edecekti ki araya girdi. “Üzülme Nene, daha yaşım genç, sanırım ben âşık olmayı seviyorum. Ama merak etme Mecnun gibi çöllere düşmeyeceğim. Türkiye de katıldığım arkeolojik kazı, düşüncelerimi değiştiriyor. Eski alışkanlıklarım dirense de üstesinden gelebilirim.” Dedi. Ayağa kalkıp, kollarını sevgiyle açarak, gidip yaşlı kadına sarıldı. Nenesi titreyen parmaklarını saçlarının arasında gezdirerek “güzel balam! Beden sağlığınla beraber ruh sağlığını da dikkat et. Sen çok özel birisin.” Deyip iyice göğsüne doğru bastırdı. Kapı çaldığında hala mutfağın ortasında öylece duruyorlardı. Üst üste çalan zil sesiyle irkilen Nene, telaşla kapıya doğru yöneldi, o da sandalyeye oturdu. Biraz önce yaşanan duygusallıktan eser kalmamıştı. Dün gördüğü, Sokrates’ten bahseden kızı düşünüyordu. 

O yaz, Hazar Denizi’nin kıyısında rastladığı çok sayıda kızla geceleri buluşup durdu. Bundan dolayı her sabah Babaannesiyle aynı diyalogları yaşadı. Yaz tatili bitmiş Türkiye’ye dönme vakti gelmişti. Uçak havalandığında sağda kalan Hazar’ın kıyısına odaklanıp “Buradaki bütün aşklarımı sana emanet ediyorum.” Diye mırıldandı. Yol boyunca babaannesinin söyledikleri aklında; yaşlı kadının kederli yüzü gözünün önünde gelip geçti. Uçak, Ankara Havaalanına inişe geçtiğinde cebinden doksan dokuzluk tesbihini çıkardı, kemerini takıp arkaya yaslandı. Gözlerini kapadı, sağ elin işaret parmağıyla taneleri tek tek çekerek içinden Abdulkadir Geylani ilahisini mırıldandı. Bir taraftan gördüğü her güzele âşık olup gece buluşmaları diğer taraftan görmediği maneviyata olan aşkı…

Havaalanından servisle direk otobüs terminaline geldi. Isparta için bir bilet aldı. Otobüsün hareketine bir saatten fazla zaman vardı. Büfenin birinden sandviç ve içecek bir şeyler alıp ayaküstü yedikten sonra perona gidip oturdu. Telefonunda, Türkiye ile ilgili bazı haber sitelerine baktıktan sonra yolculuğuyla ilgili fotoğraflar paylaştı. Otobüs, Isparta’ya doğru yol aldığında doksan dokuzluğunu çıkarıp yavaş yavaş çekerek dersleriyle ilgili ciddi şeylere odaklanmak istediyse de beceremedi. Aklının bir tarafında Isparta diğer tarafında Azerbaycan’da âşık olduğu kızlar geçip duruyordu. Düşüncesini arka fonunda da Geylani ilahisi çalıyordu. Birden Nenesinin Mecnun deyişi kafasında çınladı. Yutkundu, “Sanırım neye âşık olduğumu tam olarak bilmiyorum. Fuzuli gibi ilahi aşka yönelip Mecnunu mu yaratsam, yoksa Hayyam olup güzel kızlara Rubailer mi okusam?” diye söylendi. Otobüs, Isparta terminaline girdi anosuyla, düşünceleri uçup gitti. Otobüsten inip çantalarını alıp, en yakın banka doğru yürüdü. Bankta oturan kızı gördüğünde, omuzlarını silkeleyerek “daha ne yaşım var ki…” Dedi, müsaade isteyerek kızın yanına oturdu.    


5 Yorum var

  1. Kadın Avatar ŞENNUR 2024-11-26
    ???????????????? devamı gelecek inşallah. Baya sürükleyici şekilde okudum. Kaleminize sağlık hocam. Derslerdeki anlatım şeklinizle okudum çok etkileyici oldu ????????
  2. Erkek Avatar Murat 2024-11-26
    Kaleminize sağlık hocam sanki Amin Moolauf okuyorum hissine kapıldım.
  3. Erkek Avatar MURAT ÖZHANLI 2024-11-26
    Kaleminize sağlık hocam sanki Amin Moolauf okuyorum hissine kapıldım.
  4. Erkek Avatar 5 2024-11-26
    Devamını merakla bekliyoruz. İnşallah uzun sürmez, Amin.
  5. Erkek Avatar Türker Güngör 2024-11-27
    Güzel hikaye, kaleminize ve emeğinize sağlık Hocam.

Yorum Yap

Email Adresiniz görünmeyecektir.*

Kadın Avatar ŞENNUR
Kapat