Ölürüm Türkiye’m! | Prof. Dr. Mehmet ÖZHANLI
  • Çalışma Saatleri: Hafta içi ve Cumartesi: 09:00-18-30 Pazar: Kapalı
Ölürüm Türkiye’m! Resim

Ölürüm Türkiye’m!

Ülkemizin sahip olduğu doğal ve arkeolojik güzellikler saymakla bitmez. Bu güzelliklerin içinde barındırdığı tarihi zenginlik dünyanın başka hiçbir ülkesinde görülmez. Doğada, tarihte bir sıkıntı ve eksiklik yok, sıkıntı bu topraklarda yaşayanlarda…

Anadolu topraklarının dünya üzerindeki konumu, coğrafi şekilleri, iklimi ve doğal zenginlikleri; Paleolitik çağdan itibaren insan yaşamına büyük bir kolaylık sağlamış ve hızlı bir kültürlenme yaratmıştır. Anadolu dışında insanlar, hala neolitik dönemi yaşarken; bu topraklarda MÖ 1650 yılında imparatorluk çıkaracak kadar müthiş bir kültürlenme meydana gelmiştir. Birçok imparatorluğun sahip olabilmek için mücadele ettiği Anadolu, dünyayı etkileyen derin, karmaşık tarihi olayları içinde barındıran bir anahtar gibidir. Akdeniz Dünyasında uygarlaşmanın en parlak dönemi, Roma İmparatorluk yönetiminde MS 1. ve 2. yüzyıllarda yaşandı. Bu yüzyıllarda müthiş planlı kentler ve bu kentlerde inanılmaz görkemli yapılar ortaya çıktı. İki yüzyıllık bu barış sürecinde Anadolu halkları, her alanda refahın en yüksek olduğu dönemlerini geçirdiler. MS 3. yüzyılın sonlarından itibaren meydana gelen veba gibi salgın hastalıklar, depremler ve dış saldırılar, Anadolu’yu kasıp kavurmaya başlamıştır. Ancak, Anadolu’nun makûs talihi Bizans İmparatorluğuyla başlar. Büyük Konstantin, Byzantion’u yani İstanbul’u, Roma’nın yerine başkent yaptıktan sonra Anadolu’da siyasi, sosyal ve dinsel alanda birçok değişiklikler meydana gelmiştir. Kent Roma’ya alternatif kurulan bu başkentte; aristokrat, eğitimli insanların yerine Anadolu’nun eğitimsiz, zengin, açgözlü, feodal ve kurnazlarından oluşan yeni bir senato kurulmuştur. Hıristiyan dinin tekleştirme zulmünün de eklendiği bu tarihten sonra Anadolu insanı, öbür dünyanın güzellikleri ve ödülleriyle avutularak ağır vergiler veren, asker yetiştirip besleyen ve ağır çalışma koşulları altında sadece hayatta kalma düşüncesine mahkûm edilmiştir. Oluşturulan Thema sistemiyle merkezi hükümetin ve yerel beylerin halkı sömürmesi zirveye ulaşmıştır. Öyle ki İmparatorluğun son beş yüz yılında okur yazarlık yok denecek kadar azalmış, din adamlarının birçoğu dahi okuma yazma bilmiyorlardı. İncil’den ezberlediklerini, yöneticilerin ve kendi çıkarları doğrultusunda halka empoze ediyorlardı. Hayat gailesine düşürülmüş fakir halk, cahil din adamlarının ve aç gözlü yerel yöneticilerin inisiyatifine bırakılmıştı. Edward Gibbon’un dediği gibi Anadolu, bu tarihlerde keşişler yuvasına dönmüştü. Kapadokya Bölgesindeki mağara kiliseler ve her dağın zirvesindeki manastırlar, o dönemin tanıkları olarak hala durmaktalar. İnsanlar, cemaat ve tarikatlara mecbur edilmiş ve manastırlarda bir tas çorba alabilmek için akşama kadar çalışmak zorunda kalmışlardı. Yaşatılan büyük trajedilerden dolayı Hıristiyan olmalarına karşın halk, Selçuklular Anadolu’ya geldiklerinde İslam yönetimini tercih etmişlerdir.


Doğu Roma İmparatorluğundan sonra Anadolu’da uzun süre yönetimde kalan Osmanlı İmparatorluğu Döneminde de bu topraklarda yaşayan halklar, aynı kaderi yaşamışlardır. Anadolu insanı hizmet almaktan çok vergi vermekle yükümlü kılınmıştır. Bu dönemde Hıristiyan Bizans’ın tekleştirme baskıları uygulanmamış olsa da fakirlik ve cahillik en parlak dönemlerinden birini yaşamıştır. Başkent İstanbul ve şehzadelerin yetiştirildiği kentler dışında hiçbir kente doğru düzgün yatırım yapılmamış Anadolu bir taşraya dönüşmüştür. Bu İmparatorluğunda son iki yüz yılında okur yazarlık parmakla gösterilecek kadar azalmıştır. Dünyada meydana gelen teknolojik gelişmelere ayak uydurulamamış; eğitimsiz fakir halk, Hıristiyan tarikat ve cemaatlerin yerine Müslüman tekke, zaviye, vakıf, cemaat ve tarikatlara mecbur edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun, batılılar tarafından paramparça edildiği bir dönem de Mustafa Kemal Atatürk’ün etrafında kenetlenmiş Anadolu Halkları, dünyada emsali görülmemiş bir kurtuluş savaşı vermişlerdir. Bu savaş ve Büyük Önderin çağın çok önünde bir ön görüyle başta laiklik olmak üzere yaptığı devrimler, Türkiye’yi ilk yüzyılda ayakta tutmuş ve hala tutmaya devam etmektedir. Ancak, bu kurtuluş savaşının büyük dezavantajları da olmuştur. Bunlardan en önemlisi eğitimli, kafası çalışan, eli silah tutan sağlıklı insanların bu savaşlarda ölmüş; geriye kalan yaşlı, kör, topal vb. özürlülerin ve de savaşta kaçan çakkalların ülkenin geleceğinde söz sahibi olan nesillerin ataları olmasıdır. Bundan dolayı ne kadar kaynatırsan kaynat katrandan olmuyor şeker…


Dünyanın küreselleşmesi, teknolojinin kötüye kullanılması ve en önemlisi kapitalizmin dünyanın her yerinde insanlığın hücrelerine kadar işlemiş olması; her alanda ahlak normlarını alt üst etmiş; büyük bir çürümüşlük meydana getirmiştir. Teknolojiyi ve parayı elinde tutanların; insanları milliyetçiliğe teşvik etmesi, dinin, dinciliğe; ideolojilerin, egemenliği ele geçirmede kullanılan araçlara dönüştürülmesi günümüz dünyasında yaşananların temel sebeplerinden biridir. Kapitalizm, uygarlık tarihinin hiçbir döneminde bu kadar ahlaktan yoksun, bencil, adap edep bilmeyen, ar damarı çatlamış, çok kolay yalan söyleyebilen, kıskanç, tüketici ve vicdandan yoksun insanlar yaratamamıştır. Canlı bir hücre gibi hareket eden kapitalizm, artık devasa bir kartopuna dönüşmüş durumda, geçtiği her yerde her şeyi hızlı bir biçimde kendine dönüştürmektedir. Her ne kadar insanlar, kendilerini dindar, vatan sever ve dürüst olarak tanıtmaya, anlatmaya çalışsalar da gerçek “kokuşmuş bir çürümüşlüktür”. Bizans ve Osmanlı Dönemlerinde okuma yazma bilmeyen Anadolu halkı, günümüzde diplomalı, akademik ve mesleki kariyer yapmış cahillere evrilmiştir. Bu okur yazar cahiller, daha tehlikeli. Bunlar tesadüfen değil bilinçli ve tasarlayarak kötülük yapabilme becerisine sahipler. Ağzı iyi laf yapan bu okumuş cahiller, utanma duygusundan yoksun yalanı gerçekmiş, olmayanı olmuş, yapılmayanı yapılmış, söylenemeyeni söylenmiş gibi anlatabilme ve çok iyi algı yapabilme hünerlerine malikler. İşte dünyada ve ülkemizde son zamanlarda yaşananlarda tam bu minvalde gerçekleşmektedir. Ülkeler, gerçeklikle bağı kopmuş, güç zehirlenmesi yaşayan, kendini ölümsüz ve en doğruyu yaptığını düşünen, zerre kadar sorumluluk almayan demagoglarla dolmuş. Mesele yönetimlerdeki ve diğer siyasi partiler değil, mesele insanların ve siyasetin toplu bir ahlaksal çürümüşlüğüdür. Başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın tamamında kokuşmuş bir çürümüşlük ve özgüvenli cehalet yaşanmaktadır. Cehaletin lokomotif; bilgi, akıl, mantık, ahlak ve vicdanın vagon yapıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Anadolu’da yaşayan halk, bu kültürel ve ahlaksal yozlaşmayı iliklerine kadar hissetmesine karşın seyirci olarak kalmayı tercih etmektedir. Ama unutulmamalı ki her tercihin bir bedeli var. Deprem olur on binlerce insan, enkazların altında korkunç bir biçimde can verir. Dönemin Malatya Belediye Başkanı, “kutsal kitabımızda yazıyor, ahlaksızlık yapan halklar, bu tür felaketlerle cezalandırılıyor” deyip kadere bağlayıp; fay hatlarının üzerine “kontrol ediyormuş” gibi yapıp gökdelen düzeyinde inşaatlara devam edilir.   Otel yanar insanlar bağıra bağıra cayır cayır yanar. Gaipten bir sorumlu aranır. Her gün kadınlar vahşice öldürülür, oğul babayı, baba bütün aileyi defalarca bıçaklayarak öldürür. Cinnet diye geçiştirtilir. Gündüz kuşaklarında ensest, sapkın ilişkiler reyting uğruna bütün detaylarıyla sergilenir. Program denir. Şiddet her yerde almış başını gidiyor; uyuşturucu bağımlılığı ilk okul düzeyine inmiş, insanlar günün yarısını tik tok videolarında kendilerini sergileyenlerin seksi sahnelerini izlemekle geçiriyor. Siyasetçiler, çözüm değil koltuklarını koruyacak yalanlar ve bahaneler üretiyor. Eğitim, internetten ezberlenen özgüvenli cümlelere indirgenmiş; her alanda umursamazlık almış başını gidiyor. Duyarsız, bencil, hiçbir değere saygısı olmayan tuhaf bir gençlik yetiştirilmiş; kısacası ülkede bütün değerler alt üst olmuş. Tamda Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanında yazdıkları yaşanıyor. Herkes ama herkes her şeyin farkında, görüyor, biliyor ama hiçbir şey yapmıyor. Sadece konuşuyor ve “mış” gibi yapıyor.  


Ölürüm sana Türkiyem! Bizans’ın, topraklarında başlattığı o makûs talihin hiç değişmeden aynı entrikalarla devam ettiriliyor. Bu kadar ahlaksızlığı, bu kadar yalanı, bu kadar pisliği sabırlı bir şekilde, kutsal topraklarının üzerinde barındırdığın için “Ölürüm sana Türkiyem!”, “Ölürüm sana Türkiyem!”…

4 Yorum var

  1. Erkek Avatar Ramazan Topraklı 2025-01-29
    Gerçekleri anlatam bir yazı. Tebrikler.
  2. Kadın Avatar gül ışın 2025-01-30
    tebrikler
  3. Erkek Avatar Ramazan Topraklı 2025-01-31
    Öxhsnlı, dinciligin bütün tarih boyunca var olduğunu, ve insalara büyük acılar çektirdigini güzel anlatmış.
  4. Erkek Avatar L. Meltem Gül 2025-01-31
    Yüzyılların yükünün olduğu bu topraklarda kendimi çok çaresiz hissettim...

Yorum Yap

Email Adresiniz görünmeyecektir.*

Erkek Avatar Ramazan Topraklı
Kapat