TANRIYA KARŞI HATA YAPMAYACAKSIN
Erkenden uyanan Pomponius avludaki çardağın altında oturmuş; yorgun, boş
bakışlarla etrafına bakınıyordu. Auxanousa günaydın diyerek gelip karşısındaki
sandalyeye oturdu. Pomponius gözünün ucuyla ona bakarak; “bir haftadır senin
yüzünden doğru düzgün uyuyamıyorum. Yatakta dönüp duruyor ve durmadan
sayıklıyorsun.” Auxanousa mahcup bir biçimde başını hafif öne eğerek, her gece
aynı rüyayı görüyorum. Oğlumuz Terentius karşımda durup bana bakıyor. Bakıyor
dediysem o ela güzel, sevgi dolu gözleriyle değil. Zift gibi bir siyahlıkla
dolu göz çukurlarıyla bakıyor. Yüzünde hiçbir ifade yok. Heykeltraşın yontup tamamlamadığı
mermer bir heykel gibi duruyor. Ona doğru gitmek istiyorum. Ama yüreğime öyle
bir acı ve korku çöküyor ki hiç kımıldayamıyorum. Sanki iki elin parmakları
boğazıma bir halka gibi geçirilmiş, beni boğmaya çalışıyor. Sesleniyorum, sesim
çıkmıyor. Arkaya dönüp sana haber vermek istiyorum, ancak ayaklarım yere
çivilenmiş gibi kımıldayamıyorum. Çaresizce oğlumuza bakıyor, gözlerimle bana
doğru gelmesi için ona yalvarıyorum. Terentius’un yüzündeki ifadesizlik
bozulmadan elini bana doğru uzattığında birden ortalık kararıyor ve hiçbir şey
göremiyorum. Ellerimle boğazımı sıkan şeyi çözüp bağırıp çığlık atmak isterken
uyanıyorum. Pomponius şaşkın gözlerle karısının yüzüne bakarak kısık bir sesle
“bende attığın o çığlıklarla uyanıyorum” diye mırıldandı. Auxanousa başını öne iyice eğerek gözlerini kocasının
bakışından kaçırdı. Gözlerinden akan yaşlar, yanaklarında bir kanal
açmışçasına; aldığı derin nefeslerle şişip inen göğsünün üzerine akıyordu. Arada
alınan derin nefesler, iç geçirmelerine Auxanousa’nın düzenli hıçkırıkları
eşlik ediyordu. Uzun süren sessizliği Pomponius bozdu. “Başımıza o felaketin
geldiği günden beri, benim içinde her şey anlamını yitirdi. Yüreğim,
yalnızlığın karanlığında fitili bitmek üzere olan bir kandil gibi çırpınıp
duruyor. Bu çaresizlikte beni hayata bağlayan sen ve sana olan sevgim; sende
kendini üzüp tüketme” dedi ve kalkıp iki eliyle karısının yüzünü avucuna alarak
gözlerinin içine sevgiyle baktı. Auxanousa kanlanmış gözlerle kocasının
gözlerine baktı, dudakları titreyerek “eğer o kadınlara uymasaydım belki de o
felaket başımıza gelmeyecekti.” Bir şeyler daha söylemeye çalıştıysa da
kelimeler hıçkırıklara boğulan sesiyle anlamsızlaştı. Pomponius sandalyenin
önünde diz çöküp karısını kendine doğru çekerek sıkıca sarıldı ve sağ eliyle
saçlarını okşadı. “Fısıldayarak kendini suçlama senin suçun değildi, yaşananlar
kader tanrıçalarının yazdıklarıydı.” Auxanousa’nın hıçkırıkları seyrekleşti
derin derin nefes alıp verdi. Kocasına sardığı kollarıyla onu içine almak
istercesine kendine doğru çekip “iyi ki varsın teşekkür ederim. Sen olmasaydın
ne yapardım” deyip yüzünü kocasının omuzuna gömdü.
Avludaki
seslere uyanan yaşlı köle, zorlukla yataktan doğruldu, kollarını yana açarak
vücudunu germeye çalıştı. Esnemekten kocaman açılmış olan ağzının kenarından
akan su sakallarının arasına süzüldü. Sağ elinin tersiyle ağzını silip elini
geceliğinin eteğine sürdü. Ayağa kalkıp sendeleyerek kapıya doğru yürüdü.
Kanatlı kapıyı zorlukla araladı tam dışarı çıkacakken efendilerini sarılmış
görünce mahcup olarak geri dönüp mutfağa geçti. Eve yeni aldıkları genç köle
hala uyanmamıştı. Mutfağın arkasındaki küçük odada kalan köle kızın kapısına
elinin tersiyle vurarak alçak bir sesle seslendi. Köle kız sese irkilerek
sıçrayıp yataktan çıktı kekeleyerek “geliyorum efendim kalktım geliyorum” deyip
telaşla giyinmeye çalıştı. Yaşlı köle mutfağa dönerek tezgâhın önündeki
sandalyeye oturdu. Ah çekerek derin bir nefes aldı. Bu eve getirildiğinde
çocukluktan yeni çıkmıştı. Köle olan annesi genç yaşta ölmüştü. O zamanki efendileri
Aberkios, dizginlenemeyen para kazanma hırsı olan cimri ve sürekli mutsuz bir
adamdı. Sahip olduğu köleleri öldüresiye çalıştırırdı. O zamanlar Zosimos, babasının yanında tarlada çalışmaktaydı.
Ağır iş koşulları ve yeterince beslenememelerinden dolayı bütün kölelerin
derileri kemiklerine yapışmıştı. Kavurucu sıcağın altında kararan derileri
buruşmuş kaplumbağa derisine dönmüştü. Zosimos annesi öldükten sonra yeme
içmeden kesilmiş içine kapanmış; bir şey sorulmasa hiç konuşmuyordu. Aberkios, çalışmaya gücü kalmamış ve babasının
çalışmasına da engel olan Zosimos’u köle pazarına götürüp satmaya karar verdi.
İki kölenin kollarından tutup arabaya bindirmeye çalıştıkları Zosimos, yüreğini
ağzından kusup atmak istercesine ağlayıp anne diyerek bağırdı. Diğer kölelerde
bağırıp ağlayan babasını tutmuş teselli etmeye çalışıyorlardı. Arabaya zorla
bindirilen Zosimos’un yanına oturan diğer köleler kollarından tutarak
sakinleşmesini telkin ediyorlardı. Arabanın arkasındaki açıklıktan gözlerini çırpınan
babasına diken Zosimos birden sakinleşti. Yanağında birikmiş olan göz yaşları
çenesine doğru süzülüp göğsünün üstüne damladı. Şehrin köle pazarına getirilen
Zosimos, Antiokheialı bir aileye ucuz bir fiyata satıldı. Zosimos götürüldükten
bir hafta sonra hastalanan babası bir gece yarısı hayata gözlerini yumdu.
Köleler, gözyaşları içerisinde kazdıkları basit bir mezara onu dualarla
gömdüler. Zosimos’u alan Aleksandros çok zengin olmayan iyi bir insandı.
Zosimos, birkaç kez kaçmayı dendiyse de başarılı olamadı. Evdeki diğer iki köle
ve ev sahipleri ona çok iyi davranıyorlardı. Zamanla bulunduğu eve ve insanlara
alıştı. Aleksandros ve hanımının buyurduklarını yapmak için gücünün üzerinde
enerji sarf ediyordu. Evde bulunan köle kızla onu evlendirdiler ve evin
avlusunun kuzeybatı köşesinde bulunan büyük odayı onlara verdiler. Pomponius’un
doğduğu gün, ailede yaşadıkları mutluluğu hayatı boyunca unutmadı. Kendi çocuğu
olmayan Zosimos çocuğu gözü gibi koruyordu. Mutfakta oturduğu sandalyede içi
geçmiş, düşüncelere dalmış olan Zosimos, köle kızın sesiyle irkildi. “Çabuk
ocağı yak ve kahvaltıyı hazırla” diye terslendi. Köle kız telaşla ocağı yaktı
su doldurduğu güğümü ateşin üzerine koyup; dolaplardan kahvaltı için
malzemeleri çıkarmaya başladı.
Pomponius,
Auxanousa’ın elinden tutarak ayağa kaldırdı ve
içeri girmek için kapıya yöneldiklerinde Zosimos kapıyı açıp kahvaltınız
hazırlanıyor efendim deyip saygıyla eğildi. Pomponius sağ elini kölenin omuzuna
sevgiyle koydu ve teşekkür etti. O gün ve sonraki haftalarda evde büyük bir
sessizlik oldu. Kısa konuşmaların dışında sohbet edilmedi. Mevsim sonbaharın
son ayına girmiş havalar iyice serinlemişti. Yaşlı kölenin sepetlere doldurduğu
üzümleri satmak için pazara gidip dönmüş olan Pomponius’u Zosimos, avlunun
kapısında karşıladı. Katırların yularından tutarak ahıra doğru çekiştirerek
götürdü, hayvanları yemliğin önüne bağladıktan sonra geri döndü. Çeşmede elini
yüzünü yıkayan efendisinin arkasında durup yıkama işi bittiğinde, direğe asılı
havluyu ona uzattı. Elini yüzünü kurulayan Pomponius sevgiyle yaşlı kölenin
yüzüne baktı ve yemeğin hazır olup olmadığını sordu. Zosimos, kırışmış yüzünün
tamamına yayılan bir gülümsemeyle, “bugün yemeği, evin hanım efendisi yapıyor,
uzun bir aradan sonra lezzetli bir şeyler yiyeceğiz. Sanırım birazdan hazır
olur “diye cevap verdi. Mutluluk ve şaşkınlık karışımı bir ifadeyle “ah öyle mi?
Bak buna sevindim.” Zosimos, “efendim hanım efendiyle biraz daha
ilgilenmelisiniz, son zamanlarda çok mutsuz. Bugün böyle neşeli görünce çok sevindim.
Pomponius sağ elini Zosimos’un omuzuna koyup yaşlının gözlerinine baktı. “Terentius’un
ölümünden kendini sorumlu tutuyor. Geçen gün konuştuk ama ne söyledimse nafile.
Hep kendini suçluyor. Her gece uykusunda sayıklayıp duruyor. Yaşlı dostum! Ne
yapacağımı bende bilmiyorum.” Zosimos, “hep o
kadınlar yüzünden oldu bütün bunlar. Sağ kolunu yukarı doğru kaldırarak “Tanrı
Men onların belasını versin” diye ilendi. Pomponius “hadi gidip yemek yiyelim.”
Birlikte mutfağa geçtiler. Onlar içeri girdiklerinde Auxanousa ayağa kalkıp
“hoş geldiniz, bakalım bugün yemeği beğenecek misiniz.” Gülümseyerek kocasının
yüzüne baktı. Haşlanmış etle yapılmış yemek oldukça lezzetliydi. Yemek
süresince Auxanousa neşeli bir ifadeyle farklı farklı şeyler anlattı ve arada Zosimos’a
sorular sordu. Pomponius, yüzünün tamamına yayılmış bir gülümsemeyle onları
dinledi. O hafta boyunca Auxanousa hep mutlu
göründü. Haftanın son günü de yemeği Auxanousa yaptı. Pomponius, karısının
artık normale döndüğünü düşünerek mutlu oldu. Yorgun olan Pomponius karısından
önce yatağa gidip içine dolan güzel duygularla uzandı ve esneyerek vücudunu
gerdi. Yorganı üzerine çekerek gözlerini yumdu. Auxanousa’nın sesine uyanan Pomponius,
uykulu gözlerini ovuşturarak, uykumu kaçırıyorsun diye terslendi. Bir cevap
gelmeyince sağ elini kadının böğrüne dürtmek için uzattığında kadının buz
kesmiş eline dokundu. Ürpertiyle yataktan doğruldu ve karısının yüzüne baktı.
Alacalanmış karanlıkta gözlerini kısarak kadının yüzünü görmeye çalıştıysa da
pek bir şey fark edemedi. Telaşla yatağın yanındaki sehpada duran kandile
uzandı. Yoklayarak aradığı kandil, eli çarpınca yere düştü. Kandilin kırılma
sesi, boşalmış gibi duran kafa tasının içerisinde bir çığlık gibi yankılandı. Hemen
soluna dönerek ayaklarını yataktan sarkıttı ve kalkıp odanın siyah perdesini
hızlıca araladı. Pencereden giren ışık, kadının tam yüzüne yansıyordu. Korkuyla
dönüp yüze tekrar baktı. Alt çenesi göğsüne düşmüş, ağzı kocaman açılmıştı,
pörtleyip irileşen gözlerinin sadece beyazı görünüyordu. Yüreğine demir gibi
çöken korkuyla “Auxanousa Auxanousa” diye bağırıp kadının omuzlarından tutup silkelemeye
başladı. Soğuyup katılaşmaya başlamış olan ceset kalıp gibi bütün olarak kalkıp
inmekteydi. Bir taraftan kadının omuzlarına kenetlenmiş elleriyle cesedi
kaldırıp bırakıyor diğer taraftan bağırarak ağlıyordu. Şafak, geceyi örten
karanlık örtüyü kaldırmış, yaydığı kızıllıkla odanın içerisini parlak bir
ışıkla doldurmuştu. Pomponius’un bağırmasına uyanan köleler, telaşla
basamakları çıkıp yatak odasının kapısına koştular. İçerden gelen hıçkırıkları
duyan yaşlı köle “efendim iyi misiniz” diye seslendi. Pomponius durdu, sol
eliyle karısının gözlerini kapattı ve sağ avucuna aldığı çeneyi dudaklar
birleşene kadar yukarı doğru ittirdi. Elini çektiğinde kadının ağzı aralanıp
açıldı. Karısının sürekli yastığın altına koyduğu mendilini hatırladı. Elini
yastığın altına sokup mendili çekip aldı. Kadının çenesinin altından geçirdiği
mendili başın üzerinde iki düğüm atarak bağladı. Kapıda iyice meraklanan yaşlı
köle kapıyı sessizce aralayıp başını içeri uzatarak yatağın üzerinde oturmuş
efendisine baktı. Pomponius acılı soğuk bir sesle “içeri gel” dedi. Zosimos
hızlı adımlarla yatağın ayak ucuna geldi; gözleri kapalı, çenesi bağlanmış
kadını görünce “Tanrım” diyerek bağırdı. Efendisinin yanına gidip omuzlarından
tutarak yatağın üzerinden kalkması için çekiştirdi. Pomponius, gözlerini
kadından ayırmadan yataktan indi Zosimos’un yanında ayakta durdu. Kapının
eşiğinde durmuş yaşananları izleyen genç köle, hanımını öyle görünce çığlık
atarak kendini yere bıraktı. Pomponius bakışlarını hiç çevirmeden gidip
komşulara ve rahibe kadına haber ver. Zosimos, genç köle kızın kolundan tutarak
kaldırdı ve bağırmaması konusunda uyardı. Hemen evi toparla ocağı yak. Hanımın
cenazesinin yıkanması için gerekli her şeyi hazırla. Kız telaşla merdivenden
koşarak indi. Zosimos önce komşulara sonra rahibeye olup bitenleri kısaca
anlattı. Yarım saat içerisinde evin içi dolup taştı. Rahibe gelince Pomponius
dışarı çıktı, avluda birikmiş olan kalabalık onu görünce ona doğru yöneldi.
Bitkin bir biçimde direğin dibindeki tabureye oturan Pomponius, inilti şeklinde
bir sesle olanları anlatmaya çalıştı. Haberi alan gençler nekropole giderek
mezar kazmaya başladılar. Rahibe ve kadınlar cenazeyi hazırladı. Okunan dualar
ve ilahiler eşliğinde nekropole getirilen cenazeyi Pomponius ve kardeşi mezara
indirdi. Zosimos’un uzattığı iki kandili Pomponius alarak cesedin başının
yanlarına yerleştirdi. Kefenin içerisinde yüz hatları görülen kadının yüzüne
baktığında hıçkırıklarına hâkim olamadı. Kardeşi elinden tutarak onun mezardan
çıkması için çekiştirdi. Pomponius mezardan çıktıktan sonra kardeşi, şist
taşları ile cesedi örttü. Rahibenin okuduğu dualar eşliğinde mezarı toprakla
doldurmaya başladılar. Kalabalığın arkasına nekropolü çevreleyen duvarın
dibinde duran kadınların arasında, fısıltıyla büyük bir dedikodu dönüyordu.
Kadınlardan biri, “gidip o dinsizlere katılmasaydı bütün bunlar başına gelmezdi”
Bir diğeri, “Tanrımıza karşı gelmek ve onun inancını terk etmek asla cezasız
kalmaz” diyerek araya girdi. Yaşlı kadınlardan biri, ilk konuşan kadına bakarak
“tam olarak ne yapmıştı ben bilmiyorum” diye sordu. Kadın şaşkınlıkla duymadın
mı sen? Kente iki tane kadın gelmişti. Büyücü gibi bir şeydiler. Bu kadınlar, Montanus
isminde bir şarlatana hizmet ederek, yeni bir dinden bahsediyorlardı.
Gömdükleri bu kadın var ya onlara inandı. Bir süre onların ibadetlerine
katıldı. Sonra nasıl olduysa ayrıldı. Açıkçası ben ayrıldığına hiçbir zaman
inanmadım. Bu arada Terentius isminde 12 yaşında güzel bir oğlu vardı. Kadın o
ibadetlere katılmaya başladığında çocuk birden ateşlendi. Vücudunun tamamı
kırmızı yaralarla doldu ve bir hafta içinde de öldü. Gördüğün gibi şimdide
kendisini gömüyorlar.” Yaşlı kadın, içinden dua ederek şaşkınlığının yerini
öfkeye bıraktığı bir ses tonuyla “hak etmiş o zaman, böylesine büyük bir günah
işlersen işte böyle kafir olarak gömülürsün” deyip sağ elini göğsüne sürdü.
Arkadan biri nekropoldesiniz dedikodu yapmayın, günah diye terslendi. Konuşan
kadınlar guruptan ayrılıp dedi kodu yaparak evlerine doğru yürüdüler. Cenaze
merasimi bitti herkes dağıldı. Pomponius, kardeşi ve Zosimos bir süre daha
mezarın başında durdular sonra Terentius’un mezarının olduğu yere gidip dua
ettiler ve ardından eve döndüler.
Bir hafta boyunca çok sayıda kişi taziye için gelip
gitti. Gelip gidenler azalınca Pomponius mezarın başına dikeceği stelin
siparişini vermek için Zosimos ile mezar ustasına gittiler. Naiskos tipli bir
stel seçti ve ustaya stelin üzerine yapılacak kabartmaları detaylıca anlattı.
Mezar yazısı içinde önceden hazırladığı metni ustaya verdi. Usta, on gün
içerisinde mezar taşını bitireceğini belirtti. İşeri bitince direk eve
geldiler. Avludaki çardağın altına oturdular. Genç köle kız gelip bir şey
isteyip istemediklerini sordu. Birer bardak şarap istediler. Zosimos efendim
bazı şeyleri siz başkalarından duymadan size söylemem gerekiyor. Dalgın dalgın
oturan Pomponius, başını kaldırıp kölenin yüzüne
bakarak “hayrıdır.” Zosimos sıkıla sıkıla “efendim bazı insanlar boş bir
dedikodu yapıp duruyorlar, bunları duyarsanız kendinizi üzmeyin. Her şeyin
doğrusunu tanrı biliyor.” Sözüne devam edecekti ki Pomponius sinirli bir ses
tonuyla araya girdi. En sevdiklerimi Hadesin karanlığına gömmüşüm kimin ne
dediği hiç umurumda değil. Merak etme sen.” dedi.
Bir hafta sonra, mezar ustası tamamladığı steli
almaları için haber gönderdi. Zosimos arabayı hazırladı efendisiyle birlikte
ustanın atölyesine gittiler. Pomponius iç geçirerek stele baktı ve ödemeyi
yaptı. Oradakilerin yardımıyla steli arabaya yüklediler ve mezarlığa doğru yola
çıktılar. Dua ederek steli, mezarın baş tarafına diktiler. Stelin alınlığında
mezarı kötülere karşı korusun diye Medusa başı ve gövdesinde Auxanusa’nın büstü
kabartılmıştı. Pomponius taşta yazan yazıyı Zosimos’unda duyacağı biçimde yüksek
sesle okudu. “Auxanousa
dünyadaki herkes tarafından şereflendirildi ve ünlü bir ülkede öldü, en güzel
çağında ölüme yenik düştü. Ve özgürlük gününü terk eden Terentius, erken yaşta
Hades'in diyarına indi… Pomponius'tan karısı Auxanousa'nın
anısına. Tanrı'ya karşı hata yapmayacaksın.” Zosimos hüzünle efendisinin yüzüne baktı.
Pomponius gözlerinden akan yaşı elinin tersiyle silip arkasını döndü. Yürümeye
başladığında “Tanrı'ya karşı hata yapmayacaksın, cümlesini tekrarlayarak
adımlarını hızlandırdı.


12 Yorum var
Yorum Yap
Email Adresiniz görünmeyecektir.*